15 Aralık 2015 Salı

Gelecek Öyküleri 3 - Embriyonun Genleri

Başlarda yapılan müdahaleler sadece bebeğin doğuştan ciddi bir sakatlığı, kusuru olma ihtimalini belirlemeyi ve bunları düzeltmeyi hedefliyordu. Koruyucu hekimliğin adeta son noktasıydı bu. Hastalık ortaya çıkmadan değil, hastalığı taşıyabilecek birey henüz ortada yokken müdahale...

9 Aralık 2015 Çarşamba

Gelecek Öyküleri-2 Veri Saldırısı

Herkesin sizi tanıdığı, 50-60 kişilik bir toplulukta yaşıyorsanız ve her hareketinizin ve sözünüzün (potansiyel olarak) ömür boyu herkes tarafından hatırlanma ihtimali varsa, davranışlarınız kalabalık bir toplulukta yaşayan, isimsiz insanlara göre daha farklı olacaktır. Tarih boyunca köy ve şehir yaşamı arasında gözlenen bariz farklardan biri budur.

8 Aralık 2015 Salı

Gelecek Öyküleri -1 Gelecekten Gelen Mesaj


Aslında mesajı keşfeden program muhtemel bir zeki uygarlık bulabilmek için yıldızlardan gelen sinyalleri tarıyordu. Öğrencinin kişisel bilgisayarında boş zamanlarında çalışan, asıl işiyle ilgisiz bir proje, hatta bir hobiydi. Ama uykusuz öğrenci o günkü verileri yanlış bilgisayara yükleyip alışkanlıkla aynı tuşa basınca, karşısında şifresi çözülmüş, anlamlı cümleler gördü. Karmaşık gürültü sinyallerine o kadar alışmıştı ki, biraz daha yorgun olsa, programın saçmaladığını düşünerek fazla kurcalamadan her şeyi silip uyumaya başlayabilirdi. Ama okuduğu şeyler teknolojiyle ilgiliydi ve gelecekten bahsediyordu. Kuramsal fiziğe göre çok özel durumlarda zamanda geriye yolculuk yapılabileceği biliniyordu; acaba bu da gelecekteki fizikçilerden gelen bir mesaj mıydı? Ya da aynı hızlandırıcı yüzlerce yıl sonra da bir fizik merkezinde çalışmaya devam mı ediyordu? Belki de parçacıkları ışıktan yüksek hızlara ulaştırıp zamanda geriye döndürmek deneysel olarak mümkün olunca gelecekten bize bir mesaj göndermek istemişlerdi. Bin yıl sonra orada çalışacak gençlerden biri bir şaka mı yapmıştı; acaba kendi okuduğu Teknoloji Tarihi adlı e-kitabı, yoğun bir günün ardından bize yanlışlıkla mı göndermişti? Elbette bilim dünyasından da, sosyal bilimcilerden de pek az kişi bu “buluşu” ciddiye aldı. Onlar şakayı yapanın günümüzde yaşadığını düşünüyordu. Sadece fütüristler ve bilim kurgu meraklıları kitabı didik didik etti.

8 Eylül 2015 Salı

Yaşanan Terör Olayları Üzerine

The Walking Dead isimli bir dizi var. Son sezonun final bölümünün sonunda, Rick Grimes adlı karakter, sığındıkları güvenli bir yaşam merkezinde, orada yaşayanlara söyle diyordu:

(İçeri zombiler girmişti)
Onları ben içeri getirmedim, kendileri girmişti. Her zaman da girecekler, gelecekler. Ölüler de normal insanlar da. Çünkü biz buradayız. Dışarıdakiler bizi avlayacaklar, bulacaklar, kullanacaklar, öldürecekler. Ama biz onları öldüreceğiz! Hayatta kalacağız. Nasıl yapılacağını, yapılması gerektiğini sizlere göstereceğim. Aslında hayatınızı kurtarmak için kaçınızı öldürmek zorunda kalacağımı düşünüyordum daha önceleri. Ama yapmayacağım, öldürmeyeceğim sizi. Siz, kendiniz değişeceksiniz. Bu olup bitenlere hazır değilsiniz ama olmak zorundasınız. Hemen şimdi, acilen hem de...

Böyle bir konuşmaydı. Altını biraz doldurmak gerekirse, bütün dünyayı zombiler istila etmişler, insanlar gruplar halinde hayatta kalmaya çalışıyorlar, irili ufaklı kamplar kuruyorlar ve sürekli bir yerden bir yere gidiyorlar. Yaşam kaynaklarına ve kendilerini korumaya gerekecek silahlara ulaşabilmek için.

Yüzüklerin Efendisi’ nde de Lady Galadriel diye bir karakter vardı, o da güç yüzüklerinin tarihini anlatırken insanların aç gözlülüğü ve tamahkarlığından bahsetmişti. Daha sonra çekilen Hobbit adlı filmde de cücelerin açgözlülüğünden bahsediliyordu...

28 Ağustos 2015 Cuma

Yumurta

Öldüğünde evine gidiyordun.
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acızı bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için daha iyi oldu.
İşte o zaman benimle tanıştın.
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok.
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim.
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin.
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”

26 Ağustos 2015 Çarşamba

4,5 G Üzerine

O günlerde staj yapıyorum bu havanın 90 derecelerde seyrettiği yaz günlerinde.Okul aylarımı, yıllarımı çalmadığı yetmemiş gibi bir de canım yaz tatilimin de amına goymuş. O günlerde yaşadığım bir olay  sinirlerim iyice zıplayıverdi vallahi.

Şirkette Hollandalı bir stajyer çocuk vardı. "Hollanda'dan niye buraya gelmiş? ne sikime zoru vardı da burada staj yapıyo?" dediğinizi duyar gibi oluyorum aynılarını ben de ona sordum "farklı bir staj olsun dedim" tarzı bir şeyler zırvaladı. Hay farklılık arkadaşına sokayım senin de arkadaş. Gelip Pendik tersanede staj yapmak da nedir, git orda bi yerde cillop gibi karılarla esrar marihuana tüttürerek Manş denizi'ne karşı yapsana stajını. Neyse ya ne sikim yersen ya amına goyayım saptık iyice konudan, anlatacaklarım bunlar değil elbette.

25 Ağustos 2015 Salı

Starbucks Yeşili

Üniversitedeyken karşılaştırmalı edebiyat okuyan bir kıza aşık oldum ve kızı etkilemek için tanışır tanışmaz yapıştırdım espriyi ''Dostoy Tolstoyevki' den daha iyiydi'' diye. Mal mal baktı bu suratıma. Hani iki yazarı karşılatırdım deyip espriyi açıklamaya çalışırken arkasını döndü gitti. 

İlerleyen günlerde birlikte yolda yürüyoruz , ben aval aval binaların mimarisini inceleyerek yürüyorum, arada ''ya şu binada kullanılan ahşap eklemeler doğru aydınlatma ile birleşince hacmi çok cozy göstermiş. rustik tarzdaki taş işlemelerine hayran kaldım doğrusu'' gibi cümleler kuruyorum, birlikte bir resim sergisine gittiğimizde ''bence fırça darbelerinde akışkan kompozisyonla birleştirilmiş bir devingen nitelik var ve bu da neredeyse kandinsky gibi bir duygusal tını yaratmış'' gibi önceden ezberlediğim şeyler söylüyorum, böyle böyle sonunda kızı etkilemeyi başardım. Bir gün kola içerken ''senden dostoyevski romanlarından aldığım tadı alıyorum. kararsızlık, ne yapacağını bilememe, ve vicdan öğeleri barındırıyorsun'' dedi. Bir bok anlamadım ama her türlü uyar deyip sevgili olduk.

İlk başlarda çok mutluyduk, bir sürü entelektüel insanın olduğu ortama giriyorduk,kah adrenalin bağımlıları derneğiyle balkondan don lastiğiyle bungee jumping yapıyor, kah hemoroid hastalarına destek için ironik bir oturma eylemine katılıyorduk. Her gün yeni sofistike zevkler keşfediyor, yeni şaraplar tadıyor, degüstatörlük kariyerimizi geliştiriyor ve eğleniyorduk.