Starbucks Yeşili

Üniversitedeyken karşılaştırmalı edebiyat okuyan bir kıza aşık oldum ve kızı etkilemek için tanışır tanışmaz yapıştırdım espriyi ''Dostoy Tolstoyevki' den daha iyiydi'' diye. Mal mal baktı bu suratıma. Hani iki yazarı karşılatırdım deyip espriyi açıklamaya çalışırken arkasını döndü gitti. 

İlerleyen günlerde birlikte yolda yürüyoruz , ben aval aval binaların mimarisini inceleyerek yürüyorum, arada ''ya şu binada kullanılan ahşap eklemeler doğru aydınlatma ile birleşince hacmi çok cozy göstermiş. rustik tarzdaki taş işlemelerine hayran kaldım doğrusu'' gibi cümleler kuruyorum, birlikte bir resim sergisine gittiğimizde ''bence fırça darbelerinde akışkan kompozisyonla birleştirilmiş bir devingen nitelik var ve bu da neredeyse kandinsky gibi bir duygusal tını yaratmış'' gibi önceden ezberlediğim şeyler söylüyorum, böyle böyle sonunda kızı etkilemeyi başardım. Bir gün kola içerken ''senden dostoyevski romanlarından aldığım tadı alıyorum. kararsızlık, ne yapacağını bilememe, ve vicdan öğeleri barındırıyorsun'' dedi. Bir bok anlamadım ama her türlü uyar deyip sevgili olduk.

İlk başlarda çok mutluyduk, bir sürü entelektüel insanın olduğu ortama giriyorduk,kah adrenalin bağımlıları derneğiyle balkondan don lastiğiyle bungee jumping yapıyor, kah hemoroid hastalarına destek için ironik bir oturma eylemine katılıyorduk. Her gün yeni sofistike zevkler keşfediyor, yeni şaraplar tadıyor, degüstatörlük kariyerimizi geliştiriyor ve eğleniyorduk.

Ama mutlu günlerimizin ömrü, kanadı kırık serçelerin hıçkırıkları kadar kısaymış. aramızdaki kültür ve yaşam tarzı farklılıkları aşkımıza her gün yeni darbeler indiriyordu.O Virginia Woolf ise, ben adeta bir Selami Şahin' dim. o Mona Lisa kadar asilse, ben Latif Doğan kadar sıçık bir karakterdim. Bir gün doğum günüydü, bir müzik cd' si yaptırıp hediye ettim sevdiğime.Sevdiceğim paketi açıp Yurtseven Kardeşlerin kasediyle karşılaşınca isyan etti;

" Bu ne ya , ben Yurtseven kardeşler mi dinliyorum? ben Deep Purple seviyorum bilmiyor musun?"

" Yurtseven kardeşler diyip küçümseme aşkım, bir kliplerinde siyahları giymiş hip hop yapıyorlardı,

diğer kliplerinde arabesk söylüyorlardı, başka bir kliplerinde ise türkü okuyorlar, bunu senin dinlediğin gruplar yapabiliyor mu? Pink Floyd bunu yapabiliyor mu? söylesene ha? Deep Purple' ın metal konseri verdikten sonra ertesi gün de sahnede halay çektiğini gördün mü hiç? "

Bu kavgadan sonra aşkımızın gemisi buzdağına çarpmışız gibi çatlamaya başladı,sevdiğim mutsuzdu, farkındaydım. Ara ara uzaklara dalıp gitmeler baş göstermişti. Ben de sırf içinde fırtınalar kopan adamı oynamak için boş boş duvarlara bakıyordum. Sevdiğim Dostoyevski' nin Yeraltı Adamı gibi bakışlarını benden kaçırıyordu. Bari onu bir tatile çıkarayım da kendine gelsin dedim. ''Aşkım madem ki entelektüeliz neden biz de Olimpos' a tatile gitmiyoruz'' diye sordum, oralı olmadı. ''hadi madem gel kitap bakalım o zaman'' dedim. Düştüm önüne sevdiğimin, d&r' a götürdüm. D&R' da ben, çok satanlar bölümünde fink atarken, sevdiceğim Chomsky' nin bir kitabını inceliyordu, yüzü gülsün diye ''çom siki çom siki'' şeklinde birkaç kere seslendim. En sonunda ben de, bir yerlerden kadın düşmanı olduğunu duyduğum Arthur Schopenhauer' un aşkın metafiziğini incelemeye başladım, sevdiceğim ''onu mu alacaksın'' diye sordu küçümseyici bir tavırla. Ben de tam bir puşt gibi, ''Yok bir tanem, D&R' dan kitap mı alınır ya 30 liraya, buradan bakıyorum korsancıdan alırım belki'' dedim. ''Off  ya hem pintisin hem öküz, arama beni bir daha, bitti artık her şey''. Gidişini izledim, bir daha da görmedim onu.

Bir sigara yakıp elimde aşkın metafiziği ile dışarı çıktım. Yanıma bir kadın yaklaştı. ''neden böyle

hüzünlüsünüz'' diye sordu. ''Sevgilim terk etti az önce'' dedim başımı kaldırmadan. ''Arthur Schopenhauer okuyan kültürlü bir beyi hangi budala kız terk eder ki?'' dedi, Kafamı kaldırdım, gülümsüyordu. Çok güzeldi, gözleri starbucks yeşiliydi, oldukça romantik bir andı, gökte kabak gibi bir ay vardı ama ben yeni bir entellektüel aşka hazır değildim, ''Bacım bir siktir git'' dedim.